13 Ağustos 2010 Cuma

HZ HACER VE HZ SARE


Hz. Hacer & Hz. Sare
Bütün bu acı olaylar yaşanırken İbrahim’in yanında ona iman eden, onu var gücüyle seven ve destekleyen bir kadın vardı. Onun inceliğine, merhamet ve sevgi dolu yüreğine cevap verebilecek güçlü bir kalbi olan, melekleri görmeye dayanabilen, ilahi olaylara tanık olmaya alışkın olgunlaşmış bir hal içindeki mübarek kadın Sare.
Hazreti İbrahim, yeğeni Lut peygamberle yollarını ayırıp başka bir yönde ilerlemeye başlamıştı. Kenan diyarında mesafeleri katediyorlardı. Filistin topraklarında yola devam ettiler. Bir bölgeye gelince Cebrail’den bir nida işitmişti Hazreti İbrahim.
Bu ülkeyi yüce Allah senin nesline verdi, diyordu güzel melek. Bu habere çok sevindi. Bunu karısı Sare’ye müjdeledi. Ama onu hüzne boğan bir müjdeydi bu. Çünkü Sare ile İbrahim’in çocukları olmuyordu.Bu evlat sahibi olmama meselesi onu çok üzüyordu.
- Ey İbrahim! Benim hiç oğlum olmadı. Olacağını da sanmam.
Bu durumda bizim soyumuz nasıl bu memlekete sahip olacaktır?
- Ey Sare! Sabırlı ol. Bu müjdeyi bize ulaştıran Rabbimiz elbette seni bir evlatla mutlu kılacaktır.İbrahim; ince, zarif anlayışlı, eşine sadık sevgili bir kocaydı. Karısını bu evlat işinde asla incitmiyor onu sürekli teselli ediyordu. Kendi üzüntüsünü içine gömüyor daha çok anne olamamanın acısıyla yüreği kavrulan sevgili
Sare’sinin gönlünü ferahlatmaya odaklanıyordu. Binlerce yıl önce çocuğu olmayan bir kadının bu halini başa kakma şöyle dursun onu incitmeme ve neticeyi Allah’tan dileme gibi bir gelenek mi vardı acaba. Yoksa her zamanda ve her coğrafyada nadide erkeklere özgü olan bu incelik, seçkin bir erkek olarak Hazreti İbrahim’in sabır ve şefkat dolu erdeminden mi kaynaklanıyordu? Bunu ölçüp biçmek bizi aşar gerçekten.
Mısır’ın yakınlarında bir yerleşim yerine büyük bir kafileyle vardıklarında gördüler ki burada büyük bir kıtlık var. Yüce peygamber uzun süre burada kalıp yanındakileri tehlikeye ve ölüm kalım savaşına atamazdı elbette.Şiddetli kıtlık soyumuzu kurutur, diye düşündü. Mısır’ın bolluk ve bereketlik bir yer olduğunu duymuşlardı.
Ülke sınırlarından giriş yaparlarken burada yabancı oldukları elbette anlaşılacaktı. Sare çok iyi huylu yumuşak ve itaatkar bir kadın olduğu gibi yüzü de çok güzel ve dikkat çekiciydi. Burası Firavun’un ülkesiydi ve Tanrı’yla yarışan bir hükümdar olarak bu adam elbette dilerse hoşuna giden bir kadının kocasını öldürtüp ona sahip olabilirdi.
Bunu hissetmiş olmalı ki Sare’ye kendisi hakkında bir şey soran olursa kardeş olduklarını söylemesini tembih etti. Bu ülkeye giriş yapmak Sare’nin ve İbrahim peygamberin yeni sınavlarla sarsılacakları günleri getirecekti. Aynen korkulan oldu ve şehre çok güzel bir kadının geldiğini duyan Firavun ona sahip olmak için adamlarını gönderdi.
İbrahim’i yanına çağırdı. Çaresizdi İbrahim. “Kim senin yanındaki kadın?” sorusuna “kız kardeşim.” Dedi. “Onu yolla bana.” Diye emretti Firavun. O da Sare’ye durumu izah etti. Zalim adamla aralarında geçen konuşmada söylediklerini boşa çıkarmamasını istedi. Sare: “Peki!” dedi. İçini sıkıntı kapladı.
Firavun onu görür görmez İbrahim’e hediyeler yolladı. Yani güzel karısını alıyordu elinden. İbrahim secdeye kapanmış acı içinde dua ediyordu. Her şeyini paylaştığı gözünün ışığı karısını koruması için Allah’a yalvarıyordu.Firavun Sare’ye elini uzattığı ve dokunmak istediği an o da, öyle bir inançla ve teslimiyetle
Rabbine yalvarmaktaydı ve İbrahim’in duasıyla onun iç yakarışı öyle birbirine geçmekteydi ki Firavun’un eli adeta taşlaşıyor ve dokunamıyordu Sare’ye bir türlü. “ Ey şanı yüce kadın! Mabutlara dua et de elim açılsın sana dokunmayacağım.” Dedi sonunda. Sare’nin duasıyla eli düzelince derhal yeniden harekete geçiyordu emellerini gerçekleştirmek için. Bu iş üç kez tekrarlanınca Firavun pes etti. Bu kadın normal yada sıradan bir kadın değildi.Adamlarına seslendi: “ Siz bana bir kadın değil bir şeytan getirmişsiniz!” diye gürledi. Onun kutlu bir kadın olduğunu düşündü içinden de: “Sana bir cariye bağışlıyorum.”
Dedi. İbrahim’e: “Bu senin karınmış, neden gizledin?” diye çıkıştı.Birçok hediyelerle onları ülke dışına çıkardı. Böylece Mısır macerası başlamadan son bulmuştu. Asıl tecelli şuydu ki; buradan çok kıymetli bir hediyeyle döneceklerdi.
Cariye olarak hediye edilen Hacer. Buralara sadece onu almaya gelmişlerdi sanki. Belki Kenan ilindeki kıtlık bile bu yüzdendi. Sare, hiç bilmeden bu iyi huylu, sade, güzel ahlaklı, az konuşan, büyük bir kavrayışla dinleyebilen köleye sahip olmanın sevinciyle ülkesine dönüyordu. Kim bilir, belkide artık istediği gibi zeki, anlayışlı ve teslimiyeti yüksek derecelerde olan bir cariyeye kavuşmuştu sonunda.
İbrahim Sare’yi sevmekle Allah katında ne kadar kıymetli ve has bir kadına sahip olduğunu anlamıştı bu Firavun’a büyük bir dirayetle direnme olayından sonra. Sevgisi ve saygısı kat kat artmıştı.Yanlarında cariyeleri Hacer olmak üzere tekrar yola koyuldular. Yollarda duraklama yerinde Allah’tan bazı nidalar duyarak çok geniş topraklara ve zürriyete sahip olacaklarına dair müjdeler alıyordu İbrahim. Bunun nasıl olacağını bilmiyordu.
Yaşlanmışlardı, çocuk sahibi olma yaşını çoktan geçmişlerdi ama evlat yoktu hala görünürlerde.“Ya Rabbim! Bu dünyadan çocuksuz olarak mı göçüp gideceğim.” Diye kalbinden niyaz ve serzenişte bulunuyordu insanların atası. Yatağından kalkıp dışarı çıktı: “Senin neslin gökyüzündeki sayısız yıldızlar gibi çok olacaktır.” Diye seslenildiğini duydu. İçi huzurla doldu. Güneş batmış hava kararmıştı.Sare’nin çadırına doğru ilerlerken aşağıdaki derede çocuklarını yıkayan adama takıldı gözü. Çadıra geldiğinde Sare’yi gördü; kapıda gördüğü manzarayı o da görmüş kim bilir belki de iç geçirmesine tanık olmuştu.
O hala Sare’sinin üzülmemesi için çırpınıyordu:- Sabredelim. Elbette bir gün bizim de olur, dedi yine karısını kollayarak.Onun bu asil ve sevgi dolu haline Sare artık karşılık vermek, bir fedakarlık etmek istiyordu:
- Artık yaşlandım. Yaşım sekseni yetmişi aştı. Artık belli oldu ki yüce Allah bana bir evlat vermeyecek. Benim yüzümdense eğer senin evlat sahibi olamaman, ben senin evlat sahibi olmanı isterim. Varsın o evlat benden olmasın.
- Senden olmasın mı ? Nasıl olur!
- Belki bir cariyeden olur. Ben ona da razıyım.
Düşündüm senin bir evlat sahibi olman için karara vardım. - Nasıl bir karar bu?- Mısır’da Firavun’un bana hediye ettiği cariyeyi eş olarak almanı istiyorum.Onu sana veriyorum. Onun doğuracağı çocuğu kendi çocuğum gibi sevip evlat hasretini giderebilirim. Kendi çocuğum gibi sever büyütürüm. Yoksa bu evlat hasreti bana da sana da çok dokunuyor…İbrahim bunun ilahi bir yanı olduğunu önceki birçok uyarıdan sonra hissetmiş olmalıydı. Teklifi kabul etti. Bu Sare’nin fazileti ve özverisiydi.
Demek ki kadınlar binlerce yıldır sevgi ve merhametin doruk noktasındayken, sonunu bilemedikleri irrasyonel bir özveri patlaması sergiler, sonuçlarını büyük bir şevkle göğüsleyebilecekleri bir güç vehmederler kendilerinde ama bu halis niyetlerle başladıkları işten nedense hep hezimetle çıkarlar. Kuran’da kendisinden söz edilme onuruna sahip mübarek bir kadın bile kendine yenilecektir bu naif konuda.
Her neyse. Bir kadın çok sevdiği, yıllarca hayatın her cilvesini paylaştığı, O’nun peygamberliğine olan inancıyla Rabbin lütuflarına mahzar olduğu kocasına bir incelik gösteriyor ve onu bir başka kadınla paylaşmaya bir zorlama olmaksızın rıza gösteriyordu. Bunu kendiliğinden istiyordu. Belki de fazlasıyla hassas ve kalbi sevgi dolu İbrahim aklından geçiriyordu böyle bir öneriyi, nefsi için değilse de ilahi müjdelerin tecelligahı olsun diye bir evlat istiyordu.
Sare önce davranmasa hiç getiremezdi böyle bir şeyi gündeme. Çünkü o incelerin incesi, sevgililerin sevgilisiydi.Hacer hamileydi. O sessiz, iyi huylu bir kadındı ve Sare’nin hakkını gözetecek kadar özenli ve saygılıydı. Yerini yurdunu bilen biriydi. Bir cariyeydi nihayetinde. Ama yine de bir peygambere ahir ömründe çocuk verecek olmak, bu gelmiş geçmiş en mükemmel insanlardan biriyle bir yastığa baş koymak, onun herkese gösterip de Hacer’ den tabii ki esirgemeyeceği rikkat ve belki derin bir muhabbete mahzar olmak onu biraz şımartıp Sare’ye saygıda kusur etmesine neden olabilirdi.
Yada hiç böyle şeyler olmasa da Sare o hassas ve ince çizgide birtakım vehimlere kendini kaptırıp tıpkı her beşerde olabilecek bir kıskançlığa kapılabilirdi. Bu güzel insan sıradan beşer yüzünü o günlerden bize bir mesaj gibi yollayacaktı anlaşılan.Hacer hamileydi. Bu Sare annemize dünyanın sonu gibi görünebilirdi birden.
Önceden kestiremediği bir takım duygular benliğini alev gibi kaplamış olabilirdi bu kutlu ve çilekeş kadının. Kıtlığı, hicreti, yokluğu, İbrahim’in ateşe atılışını, uğradıkları hakaretleri, ölümcül reddiyeleri ve korkuları her şeyi birlikte yaşamışlardı. Hep teslim olmuş, duruşunu hiç bozmamıştı annemiz.
Ama bu tecrübe başkaydı. Demek bir kadının yaşayabileceği en ağır deneyim alanlarından biri budur.Hacer hamileydi. Sare artık onun cariyeliğini yüzüne vuruyor, ağır işler buyuruyor ve kötü davranıyordu rivayetlere göre. Hatta kovuyordu onu bu diyarlardan bir bakıma. Hacer üzgündü. Bir cariyeydi o, Firavun onu Sare’ye hediye etmişti, Sare de onu kocasına vermişti. Ne yapabilirdi ki. Statüsü belliydi. Emir kuluydu bir bakıma. Fikrinin sorulduğu görülmüş şey değildir cariyelerin. Ama o sevmişti kocasını.
Çünkü peygamberler öyle güzel yüzlü, sağlam karakterli, adil ve onurlu oluyorlardı ki bir kadının böyle bir evliliğe hayır demesi imkansızdı.Sevmemesi de.Çok üzgündü. Bir sabah herkes uyurken kendini çöllere attı. Engin ve uçsuz bucaksız çöllerde kızgın güneşin altında yürümeye başladı. Artık bebeği düşünmüyordu bile. Çok aşağılanmış ve istenmeyen biri olarak onuru kırılmış, belki de yaşama sevincini kaybetmişti.
Allah’ın sevgili kulu İbrahim’e karnındaki İsmail’e ve onur abidesi Hacer’e yazık olacaktı.Çok susadı. Bir pınara rastladı. Son peygamberin büyükannesi kanarak su içmeye başladı. Cebrail bir yolcu kılığında görünmüştü. Bazı rivayetlere göre onunla biraz konuştu:“Senden doğacak çocuğun adı İsmail olacak. Geri dön ve oğlunu doğur.
Yüce Rabbin senin çektiğin acıları ve cefaları gördü, senin şikayetlerini duydu. Sen ve oğlun buralara yabancılaşacak, uzak illere yerleşeceksiniz.” “Sen kimsin?” diye sordu Hacer! “Ben yüce Allah’ın gönderdiği bir meleğim.” dedi Cebrail. Çocuğun adını İsmail koymasını da tembihledi.Hacer yolları geri döndü. Cebrail aleyhisselam ile karşılaştığı, su içtiği bu kuyuya; “Beni gören varlığın kuyusu” denildi. Bu kuyunun Kadeş ile Bared arasında olduğu söyleniyor.Geri dönerken yolları kuş gibi uçarak katetti.Aylar geçti. Çocuğu doğurdu. Sare de çok sevindi. Ama içi buruktu. İbrahim ona İsmail adını koydu.
Bu, meleğin sözlerini hatırlayan Hacer’i çok mutlu etti.Bazı kaynaklarda Hacer’in de elinde olmayarak Sare’nin kısırlığını yüzüne vurduğu söyleniyor. Böyledir. En güzel insan bile insan nihayetinde. Zaafa kapılmıştır belki.İşin hülasası şu ki, Sare çocuk doğuran bu yeni gelinle aynı yerde bulunmalarına, her sabah kalkıp; Hacer İbrahim ve ortalıkta koşuşan yada emekleyen İsmail üçlüsünün oluşturduğu mutluluk tablosuna, buna kendi kısırlığının eklenmesine artık taşınamaz bir yük gözüyle bakar olmuştu.
- Burada ya ben kalırım yada Hacer. Artık birine karar ver, dedi.Demek ki bu noktaya gelmek peygamber zamanından kalan bir insanlık durumu. İki kadın ve bir erkek dünyanın en içinden çıkılmaz bilmecesi. Sare hakkında yazı yazanlar, onunla ilgili gaddar, acımasız, kıskanç ..vs. diye kalem oynatanlar bilmelidirler ki bu tam vakıf olamadıkları bir hadisedir ve o kimi kaynakların sokaktaki bir kadından bahseder gibi aşağılayan bir ifadeyle Sare dedikleri insan Sare değil, Hazreti Sare’dir. Yani beşerdir ama öte yandan mübarek bir mümindir ve müjdeler almış, Allah’ın lütuflarına, meleklerin sevgisine mahzar olmuş bir insandır, Hazreti İbrahim’in sevgili can yoldaşıdır. Bir Peygamberin hallerini paylaşmıştır.
Hazreti Hatice gibidir bizim için.- Artık bu anayı da çocuğu da al ve benim yanımdan uzaklaştır, dedi.Bu onun zalim kıskanç kötü ve acımasız olduğunu göstermez. Demek ki bu koşullarda aynı evde aynı atmosferde yaşamak ağır bir imtihan, insan fıtratına uymuyor, sevimli gelmiyor. Kim bilebilir ki bunu. Burada bir incelik var. Söylenen şey; “Onu boşa ve kendinden uzaklaştır” değil, “sadece benden uzaklaştır” Katlanma eşiği bu kadar.
Belki de Safiye Erol’un dediği gibi, azametli bir hükümdarı, Firavun’u geri çevirmekten gelen bir naz-ü niyaz hakkı onun kullandığı. Hatırla ey İbrahim! “O Firavun’un odasına kapatıldığımda neler hissetmiştin.” der gibi. Demek şimdi de buna benzer bir üzüntü ve sıkıntı aynıyla Sare’ye geldi. Dayanamıyor. Bu asil, dirayetli, şefkatli kadın, her şeyi görmüş geçirmiş kadın mesele buraya gelip dayanınca katlanamıyor her ne hal ise.
- Neden bu talepte bulunuyorsun ey Sare ?!
- Çünkü dayanamıyorum. Onların halini gördükçe kısırlığımı ve hep kısır kalacağımı hatırlıyorum. Bu da beni kahrediyor dayanamıyorum.Hazreti İbrahim ne dediyse gönlünü alamadı.
- Peki, demişti o da. Biricik yavrumu İsmail’imi ve annesini buradan alıp götüreceğim. Onları yüce Rabbimin himayesine ve merhametine terk edeceğim. Hacer bırakıldığı yerde tevekkülle bekliyordu. Tevekkülün annesi. Tam burada, insansız ve susuz bütün yönleri, umutları söndürecek şekilde kaplayan bir çölün ortasında bir kadın ve bir bebek

. Elektrik kesilince hayatı duran bizler için hangi empati bize gecenin koyu karanlığı çökünce onların ne yaptıklarını, ne hissettiklerini bize duyurtur.Hacer’in yüreğini suyun bitmesi ve İsmail’in ağlamaya başlamasıyla birlikte bir endişe kaplamıştı. Onu gören ve koruyan Rabbinin nasıl bir sebeple imdatlarına koşacağını bilemiyordu.
Mekke vadisinin amansız sıcağında Safa tepesi olarak andığımız yere çıkıp bir baktı. Kim gelecek yardıma. Oradan Merve tepesine kadar koştu. Burası uzunca bir mesafedir.
Bunu yedi kez tekrarladı. Bu canhıraş koşmalar gayretin, çabanın, emeğin temsili. Hacer’in ruhuna en çok burada girebiliriz. Korku ve ümit arasında ama teslimiyetini hiç bozmadan “say” etmenin ne olabileceğini, üstteki kızgın güneşi hiç unutmadan burada hissedebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder